1 Mart 2010 Pazartesi

Duş ve Aşk

İstanbul’un merkezinde, “modern” bir semtte bir apartman dairesinde oturuyorum. İstanbul’un herhangi bir modern semtinde modern bir apartman dairesinde, modern komşularıyla yan yana yaşayan her modern insanın bileceği gibi, biraz yükses sesle osursam karşı komşu uykusundan uyanıyor.


Peki öyleyse neden gecenin 3’ünde, bununyan dairedeki boşanmış komşum Celal Bey’i uykusundan sıçratarak uyandıracağını, uyanmakla yetinmeyen beyefendinin haklı olarak ebemin cinsel hayatına da bulaşacağını bile bile, gürül gürül akan bir su sesiyle eşzamanlı olarak ritmik hareketlerle vücudumun bilimum bölgesini ovalıyorum?

Benimle aşağı yukarı aynı hayatı yaşayan birinin bu saatte duşa girmesi için iki sebep olabilir: ya az önceki ateşli dakikalardan sonra rahatlama isteği duymuştur (ki bence gecenin bu vaktinde seviştikten sonra uyumadan önce duş alan insan kesin evlidir, henüz ilk günlerin heyecanını kaybetmemiş bir çiftseniz sevişme sonrası sevgi dolu sarılışlar ve gülşümseyerek uyumalar için partnerinizin salgıladığı bedensel sıvıların kokusunu çekilebilir bulursunuz) ya da uzun bir seyahatten yeni dönmüşsünüzdür. Ben evli olmadığıma göre, ikincisi geçerlidir diyenler doğru tahmin ettiniz, kendimi 3 yıllık bir yolculuktan yeni dönmüş gibi hissediyorum.

Öncelikle sevgili Mercan Yaşayan’a teşekkür etmem gerek, Kinyas ve Kayra hayranlığını bana da bulaştırmak konusundaki inatçılığı için. Sonra da Hakan Günday abiye bir selam gönderelim, az iş değil beni bu kadar düşündürmek. Kalın kafalının tekiyim.

Eskiden düşünüp düşünüp, çeşitli yazarların ve deneyimlerimin etkisiyle, şu sonuca varmıştım: İnsanlar seçim yapmakta hep zorlanırlar ve mutlaka yaptıkları seçimlerin sorumluluğunu biriyle paylaşmak isterler. Çünkü, hayat iki temel prensiple devam eder: Bir, yapılan her seçim seçilmeyenleri öldürür. İki, var olan her şey (ister insan olsun ister madde ya da isterse düşünce) bir gün yok olmaya mahkumdur. O zaman? Kısa bir mantık yolculuğundansonra görülür ki, aslında seçim yapmak ve karar vermek boşadır, madem ki hem seçtiğimiz hem de seçmediğimiz sonunda yok olacaktır.

Bu düşünceyle gide gide varacağım nokta da açık aslında. Normal, sıradan bir hayatı (Evini seç. İşini seç. Eşini seç. Ölümünü seç.) küçümseyip, farklı olmaya çalışmak. 3 yıldan öncesinde böyle değildim. Okulumu seçmiş, gelecekteki işimi seçmiş, eşim olmasını istediğim insanı seçmiştim. Hayat sakindi. Sonra biraz ben biraz müstakbel eşim çalıştık çabaladık, terimizi emeğimize kattık ve bu planı cehennemin 7. katına yolladık gürültülü bir merasim eşliğinde.

Sonra bir süre hiçbir şey yapmamayı seçtim. O zamanlar tanışmamıştım “no action is an action” diyen şahsın yazılarıyla. Hala daha adını bilmesem de, doğru demiş. Depresyona girip odamdan çıkmadan günlerce sadece yatmayı seçerek aslında dışarıda akıp giden hayatın parçası olmayı reddetmiştim.

O günlerden belki de bana Kinyas gibi bir beden dolusu dövme, askere gitmememi sağlayacak dikiş izleri ve saatli bomba gibi zamanını bekleyen bir virüs kalmadı ama; zaman zaman beni gündelik hayattan koparan zayıf bir karaciğer, Ege Üniversitesi psikiyatrları tarafından verilmiş bir rapor ve babamın ömründen yediğim 10 sene cebimde. Cebimdeki bu kargo bilinen tüm akrep türlerinden daha zehirli olduğundan olsa gerek, kazandığım parayı hiç cebime atmadan direkt harcıyorum hâlâ.

Sonra “madem normal olmanın cezası buydu, artık ben hayatla oynayacağım” aşaması geldi. Merak duygusu ile yönlenen bir zaman dilimi…Başımın ağrıyacağını bile bile sonucunu merak ettiğim için yaptığım ve başıma gelenleri 3. sınıf bir sit-com’muş gibi eğlenerek izlediğim günler…”Sevgi” ya da “aşk” ile değil de, merakla girişilen ilişki denemeleri…İyi biliyorum, “beni seviyor musun?” diyenlere “evet, hem de çok, seni herşeyden çok seviyorum, hiç bırakmayacağım” desem mutlu olacaklarını…İyi biliyorum “dürüst ol, bu herşeyden önemli” diyenlerin aslında “lütfen sevmiyorsan bile sevdiğini söyle, çok itiyacım var kandırılmaya, sevildiğimi, en azından bir kişi için önemli olduğumu bilmeye” demek istediklerini. Yalanlardan inşâ edilmiş aşkları bir gün aniden “Ben seni sevmiyorum artık, gidiyorum” diyen adamla birlikte yıkıldığında bile “hiç olmazsa bir zamanlar sevmişti” diye avunmayı seçeceklerini, en baştan “sadece senle olmayı merak ediyorum; neye kızdığını, neyi kıskandığını, neyle mutlu olduğunu, nasıl seviştiğini merak ediyorum” cümlelerini duymaktansa…Ama adam olmam, dürüstüm kendimce, insanların ağızlarından çıkanla kalplerinden geçenin bir olduğunu kabul ederim, matematik denklemlerindeki kabuller gibi.

Beni tüm bu karmaşadan kurtaracak bir “O”nun var olduğuna inanmak isterim hep, ama yaşadıklarımdan sonra o kadar ikna olmuşum ki öyle bir kişi olamayacağına, onu aramayı feda edip merakımı her seferinde tatmin etmeyi seçtim. İnsanlara yaklaşırken yine de dürüstlüğümü elden bırakmadım ama, yanlış anlaşılmasın, “ben sana bir gelecek vaad edemem çünkü sana aşık değilim ve olamam” dedim. Bunu kabullenip sadece ne zaman geleceği belli olmayan kesin sonla yaşayabilecekler kaldı, onlar da fazlasıyla yettiler beni hayatta tutmaya. Onlara ihtiyaçları olan ilgiyi, şefkati, huzuru, seksi; neye gereksinim duyuyorlarsa zamanın o aralığında; onu verdim. Karşılığında cevap aldım sorularıma. Bence adil bir alışverişti. Bunun ruhuma işlediğine, hayatımın kalanını bu şekilde geçireceğime karar verdim. Bıraktım diğer yüzüne bakmaya çalışmayı doğduğumuz gün boynumuza geçirilen madalyonun. Tâ ki bu geceye dek.

Madem ki Tolga kurtuldu Kinyas’tan, madem ki başardı “normal” bir insan olmayı, sıradanlaşıp mutlu bir hayat sürmeyi, ben de yapabilirim. Deliliğimden sıyrılmak elimde, beni buna iknâ edecek “O” orada bir yerde, yeniden buna inanıyorum. Sadece onu aramak kalıyor geriye, kimdir neye benzer hiçbir fikrim yok, ama gördüğüm anda anlayacağıma eminim.

Tumturaklı laflar etmeyi bırakacağım belki ben de o gün, bu yazılar bu şiirler bitecek, hepsini bir kutuya koyup benden daha fazla ihtiyacı olan birine göndereceğim. Hemen bir günde olmayacak tabii ki, zor olacağını hissediyorum arınma dönemimin beynimin otobanlarında son sürat giden bu kişilik yamasının. Ama olacak, ve son damlası da aktığında zehrin, ben de sahip olduklarıya mutlu, diğerlerinin hayatlarına duyduğu merakı sadece rüyalarında takip eden bir adama dönüşeceğim.

Bunun için yardıma ihtiyacım var, büyük yardıma. “O”, lütfen çabuk gel, seni bekliyorum…

2 yorum:

Adsız dedi ki...

3yildan sonra aramiza hosgeldin o zaman..umarim ona kavusursun en kisa surede..ama son gunlerde hep dusunuyorum, onlara verdigimiz deger sayesinde onlar, onlar olmuyorlar mi? ya gercekten "o" diye biri yoksa ve biz kendimizi kandiriyorsak.. senin umut dolu yazindan sonra berbat bi yorum biliyorum ama her asktan sonra hayata o kadar siki baglanamiyorum ya da ben artik aska inanmiyorum...

that girl dedi ki...

En azindan devam etmeye karar verdigin icin seni tebrik ediyorum. Ama... not to be a party pooper, but there's no magical one that could just save you. At least I don't believe in that. Even if there was such a person, I would never let them in my life completely like that so that they could save me.

Ayrica ben bu -normal denmez- siradan hayat yasama olayina takildim. Simdi siradan derken "less tiring and more fulfilling"i mi kastediyoruz yoksa "boring and without any excitement"i mi? Lutfen birincisi oldugunu soyle. Cunku eger sen o yazilari kaldirip atarsan tumden, tamamen bos ve oyle git-gel-yat-uyu hayati yasarsan, senin mutlu olabilecegini sanmiyorum.

Biliyorum boyle sinir sinir konusuyorum simdi ama uzuluyorum. Hani ya "O"nda umdugunu bulamazsan, ya cok abartmissan diye. Azicik reality check gerekiyor her zaman bence. Ben de bu yuzden kotu arkadas rolunu su an ustlendim cunku sana zarar gelsin istemiyorum.

Yorum Gönder