26 Mart 2011 Cumartesi

Geçmişin Muhasebe Defteri

Geçen hafta sevgili arkadaşım Rengin’le oturup geçmişin günümüze yansıyan etkilerinden bahsettik karşılıklı. Onun dertleri ile benimkiler aslında temelde farklı olsa da yaratıkları ya da yaratacağını düşündüğümüz etkileri aynıydı. Kendi açımdan değerlendirmelerim yer alıyor burada tabi ki.

Bilen bilir, “İlkim” adının hayatımda çok önemli bir yeri var. Liseden üniversiteye uzanan uzun ve hayatımda en çok iz bırakan ilişkimdir. Yaşandığı dönemde ve bittikten sonra ikimizin hayatında da, arkadaş grubumuz içinde de tartışmaları bitmeyen bir dönemdi. Bu kısımları çok da önemli değil ama, Rengin’in sorduğu soruyla 4 yıl öncesine dönüp kendi muhasebemi yaptım: “Peki sen İlkim’le olan iç hesaplaşmanı bitirebildin mi?”

Bitirdim evet. Çok zaman aldı, çok zor oldu ama artık nötrüm o yıllara karşı. Ne hala daha devam eden bir öfke var, ne de suçluluk duygusu. Bu nasıl oldu peki?

Şimdiki aklım olsaydı kesinlikle o dönemde İlkim’e yaşattığım acıları ve sıkıntıları yaşatmazdım. Toydum o zamanlar, yirmili yaşlarımın başından bile önceydi. Henüz bir başka insandan bu kadar fazla sevgi ve bağlılık görmenin ne kadar değerli ve zor bulunur olduğunu öğrenmemiştim.

Ona çok zor günler yaşattım. O da bana yaşattı. Ben başlattım, doğru, ama ne olursa olsun sonunda yaşananları hak etmemiştim diyordum yine de. Sorun da burada zaten: yıllar boyunca hep bunu düşündüm, hep ona duyduğum kırgınlık ve öfke ona yaşattıklarımdan dolayı hissettiğim suçlulukla baş başa gitti. Sonra bir gün özlemin ona değil de o güzel günlere yönelik olduğunu fark ettim. Defter orda yeniden açıldı.

Bakarsak, benim aptallıklarım ve vurdumduymazlıklarım yüzünden o ailesiyle sorunlar yaşadı, çok üzüldü, belki de aşk denen duyguya karşı nefretle doldu. Sırf benim yanımda kalabilmek için istemediği bir okulda ailesinin zoruyla okumaya devam etti, yıllarını harcadı. Ağladı üzüldü kahroldu. Tüm bunlar için ben büyük oranda suçluyum.

Onun yaptıklarının karşılığında ise ben çok sevdiğim iki insanın, annemle babamın hayatından belki 10 sene yedim bir gecede. Hayatta yapmaktan en çok keyif aldığım şeylerden birini, voleybolu, bir daha dönmemek üzere bırakmamı gerektirecek sağlık koşulları yarattım kendim için. En çok güvendiğim ve sırtımı dayadığım dostlarımdan birini can düşmanım olarak buldum. Ayrılık sonrasındaki 4 yılımda normal bir insanın 10 yılda harcayacağı sosyal enerjiyi ve zamanı tükettim, kendimi gereksiz bir hayatın içinde buldum. Daha yeni yeni çıkmaya başladığım bu durum yüzünden bugün kendimi yalnız ve yaşlı hissediyorsam, ne aşka ne dostluğa güvenim yoksa, bu da onun bana çektirdikleri.

Teraziye koyduğumda iki taraf birbirini dengeliyor. Eskiden biri mutlaka ağır basardı. Belki yılların getirdiği yük dengelemiştir kefeleri, bilemem. Tek bildiğim artık ne onun bana ne de benim ona vicdan ya da gönül borcumun olmadığına dair hayali bir kağıda imza atmış olmam.

Böylece, yeniden duygusal ve psikolojik olarak sağlıklı bir bireyim yeniden. Bunları ona yaşattığım için özür dilerim kendi adıma, özür gelmese bile affettim ve kapattım eski defterleri bu açıdan.

İşte durum bu Rengin, onun sana yaşattıklarını affetmen kadar, senin ona yaşattıklarının da kendi içinde cezasını çektiğine karar vermek işin sırrı. Madalyonun öbür yüzü bundan ibaret. Söylemesi kolay.