29 Kasım 2010 Pazartesi

YENİ MÜZİKAL SİSTEMİM

1: Umut
2: Mutluluk
3: Sevgi / Aşk
4: Tutku
5: Hayal Kırıklığı
6: Nefret / Öfke
7: Özlem

Müziğin, diğer tüm sanat formlarından kat be kat fazla olarak, duyguları ve imgeleri aktarmada bir “süper iletken” olduğunu düşünüyorum. Bir melodi, bir ses, ya da bazen tek bir nota bile size yaratıcısının o eserde anlatmak istediklerini aktarabilir. Bu yüzdendir ki hiç bir film, heykel, tablo ya da fotoğraf tüylerimi diken diken etmez ya da gözlerime yaşlar getirmezken bir çok şarkı çok güçlü duygular yaratmayı başarır.

Belki de ben ses karşı daha duyarlıyımdır, bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey, daha dün çok yeni tanıştığım bir insandan hiç bilmediği bir dilde daha önce hiç duymadığı bir şarkıyı gözünü kapatıp dinlemesini ; ve sonrasında şarkının zihninde neler çağrıştırdığını, şarkıyı söyleyenin kim olduğunu ve neyi anlattığını bana tasvir etmesini istedim. Ortaya çıkan sonuç inanılmazdı (Her ne kadar günün ilerleyen saatlerinde yaşadıklarım ve duyduklarım bu mucizenin şarkıyı dinleyen muhteşem insandan kaynaklandığını düşünmeme neden olsa da)

Bu yazıyı yazma amacına gelirsem, müziğin temel elemanlarının kayda geçirilmesi için kullanılan sistemlerden biri olan “7 notalı oktav” sistemine kendimce bir bakış açım var. Bence do notasından başlayıp si’ye kadar giden bir oktavda (diyezleri ve bemolleri saymadan) her notanın bir karakteri, bir hikayesi, anlatmayı daha iyi başardığı bir duygusu var. Ve yine inanıyorum ki bu notaların “karakterleri”ni oluşturan duyguların dağılımı rastgele değil, biz insanların hayat döngüleri içerisinde bir çok olayda ve bir çok kişiyle yaşadığı duygu çevrimini kopyalıyor.

Yazının en başındaki liste toplu bir özet sunuyor ama bira daha derinleştirmek istiyorum. Her notanın duygusal eşdeğerini ve bu duyguyu (kendimce) en iyi şekilde aktaran şarkıyı paylaşmak istedim:

Normal gamda “Do” notasına karşılık gelen ses bence en çok “Umut” duygusuyle eşdeğer. Bu sesle başlayan ya da karar sesi bu olan ezgiler insanda “işte yine yepyeni bir gün, bugün dünden farklı olacak” havası yaratıyor. Bence bu notanın tartışmasız hükümrânı “Alan Parson’s Project”in muhteşem şarkısı “Turn Of A Friendly Card” olacaktır, sözleri duymasanız bile bu şarkı insana hayatın güzel ve sürprizlerle dolu olduğunu hatırlatır. İntihara eğilimli bünyelerin mutlaka dinlemesini, hatta günde iç doz dinlemesini tavsiye ederim.

“Re” notasının bu dizideki karşılığı “Mutluluk” duygusuna yakışıyor. Bu sesin baskın olduğu şarkıları dinlerken mutlu çocukluk hatıralarını ya da geçen haftasonu sevdiklerinizle yaptığınız o neşe dolu kahvaltıyı hatırlayabilirsiniz. Kendinizi yemyeşil kırlarda bir bahar günü koşarken hayal edebilir ya da bir dağın zirvesinde cesaretinizin ve azminizin ödülünü almış olduğunuzu düşleyebilirsiniz. Bu notanın kraliçesi ise “Secret Garden”ın dahiyâne derecedeki basit ama başarılı bestesi “Steps” olacaktır.

“Mi”ye geldiğimizde bir çok aşk şarkısının bu notadan ya da karar sesi mi olan akorlardan faydalandığını görebiliriz ki bu da en doğru seçimdir, çünkü benim dizimde bu ses “Aşk” ve “Sevgi”ye denk düşer. Mi sesi her sevgide olduğu gibi bir parça hüzün barındırsa da bolca güzellik içerir. Mi yeni bir başlangıçtır, ama ne yöne gideceği belli değildir, inişlere de çıkışlar kadar sık rastlanılır. “Mi” ülkesinin prensi “Sailor Moon (Ay Savaşçısı)” isimli anime için yazılmış olsa da animenin yayınlandığı süreden çok sonra ilk kez dinleyici ile buluşan “Ai Dake Ga Dekiru Koto” isimli parçadır.

“Fa” notasının adını verdiği ses ise oldukça güçlü, inatçı ve dik başlı bir karaktere sahip benim gözümde. Hayatında yer verdiği şeyler onun için çok önemli ve onlara çok bağlanıyor, ama bu bağı aynı zamanda onları incitip korkutmasına da yol açıyor. Çoğu İspanyol flamenko şarkısının bu notayı şarkının geriliminin arttığı bölümlerde sıkça kullanması bu yüzden. Tahmin edilebileceği üzere ben buna “Tutku” notası diyorum. Ki bence tutkunun, delice ve yok edici tutkunun doruk noktası Daniel Lavoie’nın “Notre Dame de Paris” müzikalinde çingene kızı Esmeralda’ya olan tutkusunun sonunda her ikisini de yok edeceğini anlattığı “Tu Vas Me Détruire”dir.

Geldik “Sol”e...Sol aslında çok belirsiz, çok serseri bir nota. Size bir şeyleri kaybettiğiniz, çok istediğiniz bir şeyin olmadığı duygusunu yaşatır, mutlu görünmeye çalışsa bile canınızı yakar. Boşluğa alınan bir bilettir. Bu yüzden sol bizim oktavımızda “Hayal Kırıklığı” ile eşleşiyor. Karar sesi sol olan şarkıların majör ve minör diziler arasında hiç çaktırmadan geçiş yaptığını sık sık fark edebilirsiniz, nedeni budur: hiç bir hayalkırıklığı gelişini öndecen haber vermemiştir! Bu kaygan ülkenin yarı deli imparatoru da elbette “Queen” in tüm bunları içinde barındıran şâheseri “Bohemmian Rhapsody” seçilmiştir. “Let Me Go!” diye bağırsanız da sizi bırakmaz, haberiniz olsun.

Oktavımızın bir sonraki yani altıncı üyesi olan “La” notası da çift karakterlilerden. La ile başlayan minör dizilerde size büyük acılar çektirmiş insanlara ya da olaylara karşı sessizce kabullenilen bir nefret sezersiniz, majörler ise bu madalyonun agresif yüzünde dururlar. Bu yüzden “La” notasının karşılığı “Nefret” ya da “Öfke” olacaktır. Bu iki duygunun arasındaki ilişki de az önce bahsettiğimiz majör – minör ilişkisine benzer. Karar sesinin taşıdığı duyguyu en iyi anlatan şarkı ise “Bruno Pelletier”in bir Kanada müzikali olan “Dracula”da vampirlerin en ünlüsünü canlandırırken seslendirdiği “Entre L’amour et La Mort”tur.

Ve geldik sona...”Si” notası gamın en sonunda yer alması ile bile bir çok şeye hazırdır aslında, o gizemlidir, hüzünlüdür, ama yine de en çok hatırlanan da o olacaktır...Bu nedenle, “Si” benim oktavımda “Özlem” olarak anılır. Her ne kadar artık yanınızda olmasa da “belki”li, “en azından o mutludur”lu düşünceler sarar etrafınızı. Ondan haber almak üzdüğü için haber almazsınız, ama merak da asla sönmez. Si ayrılık şarkılarının, nostalji anlatan parçaların sesidir. “The Tolkin Ensemble”ın büyük ustanın “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinde yer alan şarkı ve şiirleri seslendirdiği albümlerindeki “Sam’s Song In The Orc Tower” isimli parça en mutlu gününüzde de dinleseniz içinizi burup gözlerinizde yaşlara neden oluyorsa işte bundandır.

Hepsini bir araya getirirseniz sıralamanın:

Umut – Mutluluk – Aşk / Sevgi – Tutku – Hayalkırıklığı – Nefret / Öfke – Özlem

Şeklinde olduğunu görürsünüz. Hayatınıza girip çıkan insanları ve her birinin yaşattıklarınız kronolojik olarak bir düşünün. Yabancı gelmiyor değil mi?

Hepimiz bir “umut”la başlarız her hikayeye, sonra dileklerimiz kabul olur, “mutlu” oluruz. Düşüncelerimize dolmaya başlar, ona karşı “sevgi” besleriz, “aşık” oluruz. Zamanla onu sahiplenir bağlanırız, “tutku”muz, takıntımız olur. Bu halimiz yüzünden ya da bambaşka sebeplerden dolayı bir gün aslında onun bizim dileklerimizi karşılayan kişi olmadığını, apayrı dünyalarda gezdiğini öğrenir ve “hayal kırıklığı”na uğrarız. Bu olunca da önce ondan “nefret” eder, aynı anda da nasıl bu kadar aptal olabildiğimizi düşünerek kendimize “öfke”leniriz. Ama aradan zaman geçer, o acı duygular hafifler ve biz geçmişi hatırladığımızda sadece mutlu anları görüp o günleri “özlem”eye başlarız...

Derken bir gün, “özlem” bitmez ama, hayat yepyeni bir “umut”la bir üst perdeden devam eder...

6 Kasım 2010 Cumartesi

SARDUNYALAR ve NERGİSLER

Zaman hiperaktif bir çocuk gibi, habire koşuyor bir yerlere, habire bir şeyleri unutup yerine yenilerini koyuyor...”Gülümse, yoksa ben nasıl yenilenirim” der gibi sanki bana, ama gülümsemek kolay sanki hiç bir şey hissetmezken. O kadar boş ki içim, o kadar ruhsuz, duygusuzum ki, yüzüme bir şeyler yerleştirirken zorlanıyorum hayatımda ilk kez. Fizik kanunları hiç bir şey vardan yok olmaz dese de, biliyorum ki şu an askıya aldığım hayatımda bir çok şey yok oldu. Bir kısmını ben yok ettim, doğru, ama bu boşluk gerekliydi. Çok yüklenmiştim, hafızam yetmiyordu, aynı anda bu kadar çok kişiye ilgimi bölemiyordum artık.

Yargısız infaz yaptım, bu da doğru. Hayatımdaki insanların bir kısmı ile ilgili şüphedeydim, ama karar vermek için, yargılamak için subjektiflik gerekir böyle durumlarda. Rakamlar değil bu, insanlar. Oysa ben boşum, ben duygusuzum, ben ruhsuzum bir süredir, bunu anlayabilir misin? Bence anlarsın.

Amacım özür dilemek filan değil, özür dileyecek bir şey yapmadım. Artık istemediğim bir parçasını sona erdirdim hayatımın. Hem kendimi, hem onları özgür kıldım. Her devrim gibi sancılı, acılı ve kayıplı oldu. Başka türlüsü düşünülemezdi. Şimdi yalnız mıyım, evet yalnızım. Ama bundan gocunmuyorum. Rahatsız olduğum tek şey, etrafımdaki sosyal hayatın devam etmesinden kaynaklı bir “kol kırılır yen içinde kalır” durumu. Taze bitti topik, canın sağolsun.

Zaman diyordum evet. Ben duruyorum bir süredir, o akıyor. Nehrin ortasındaki kaya gibi zamana bakan yüzüm yosunlanıyor yavaş yavaş. Bundan sonraki maskem bu demek ki, yeşil dolaşacağız bir süre. Görenler de “bahar gelmiş bu adama, yeşillenmiş” diyecekler. Kafamı sallayıp gözlerim ışıldasın diye ışığa döneceğim, onlar da mutlu sanacaklar. Mutlu değilim ki. Mutsuz da değilim. Olmayan bir şeye sıfat yüklemek ne kadar mantıklı.

Yeni bir şehir bulamayacağım, başka bir deniz de yok. Öyleyse sadece beklemek var. Olumsuz hayat koşulları nedeniyle ertelenen seferler var. Yolcu salonunda hiç tanımadığımız insanlarla yüzleşmemek, varacağımız yer her neresiyse oraya yalnız ayak basacağımızı bilmenin o titrek hüznünü doğrulamamak için kapayacağız gözlerimizi. Kulaklarını tıkayacak bazılarımız, sadece kendi istedikleri seslere izin verecekler, kendilerinden başka kimsenin duymadığı sesleri. Ve işte böyle, “hiç kimse” olarak devam edeceğiz bir süre. Biletimi kendim aldım, benden başka hiç kimsenin değil bu karar.

Kendimle kalacağım bir süre. Sonra eski tanıdık yüzlerle değil ama yeni bilmecelerle ilerleyeceğim yolumda. Hepimiz zamanın çocuklarıyız, unutmak genlerimizde yazılı. Ben seni unutacağım, sen beni. Ne sevgin kalacak, ne nefretin, ne pişmanlığın ne de özlemin. Boşluğu en iyi sen bilirsin lityum sarhoşu.

İki kişiden hangisinin hayatımıza yalan soktuğunu düşünüp birini infaz etmektense, cellat sahneden inmeyi seçti. Birimiz yitirdiyse duygularını, diğerleri kendi dostluklarının kaderine kendileri karar vermeliydi. İşte şimdi her şey açıklandı. İnceldiği yerden koparttım bu ipi, artık sen de yükselen bir balonsun. Hayatın artık tamamen sana ait. Ama sen bunu asla anlamayacaksın, o da benim hareketlerimin sonucunda ödeyeceğim bedeldir. Bakma, bencilim ben de, kendimi de özgür bıraktım. Sempati duyulacak bir şey yok.

Sen hala bir söyleyip bin gülen çocuklardansın, tadını çıkar. Bense şarkılarımla mutluyum, son sardunyalarıyla bu geçmişin...