8 Ocak 2011 Cumartesi

SOYA SÜTÜ YA DA İYİLİĞİN ERDEMLERİ

Şu an en yakın arkadaşlarımdan birinin doğumgünü kutlaması için evden çıkmadan hemen önce bir bardak çikolatalı soya sütü içiyorum. Ben süt içmekten nefret ederim, o zaman nedir bu durum? Anlatayım hemen…

Dün Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nun önünden Taksim’e doğru yürürken Kongre Sarayı’nın önündeki terasta bir hatıra fotoğrafı çektirmek istedim. Etrafta sadece kenara oturmuş sigara içen iki kadın vardı. Birine yaklaşıp “Pardon, bir fotoğraf çeker misiniz?” diye sordum, “Hayır” cevabını çok sert ve net alınca “Teşekkür ederim” diyerek uzaklaştım. Kadın arkamdan “Zaten sinirim tepemde, bir de fotoğraf çekmemi istiyor, densize bak!” diye bağırdı. Ben nereden bileyim onun sinirli olduğunu ki…Ayrıca bunun neresi densizlik şimdi? Hayır dedi ben de ısrar etmeden devam ettim.

Bugün akşam uğruna ta İzmir’den kalkıp geldiğim insan beni beş dakikalık yürüme mesafesinde 1 saat bekletip sonra da aramayınca artık bana verdiği hiçbir sözü tutmadığına hükmederek onunla ilişkimi kesmeye karar verdim. O sinirle dönüş yoluna başladım. Metroya bindiğimde sinirden titriyordum (şimdi burada bu sona varan olayları ayrıntı anlatmayacağım, onlar başka bir yazının konusu) Yanıma siyah kıvırcık saçlı yeşil lensli bir kız oturdu ve oturur oturmaz oldukça yüksek bir sesle sakız çiğnemeye başladı. Tam kalkıp başka bir koltuğa oturacaktım ki “sinirlisin, sakin ol” diyerek kendimi orda kalmaya ve sese kulaklarımı tıkamaya zorladım. Bir iki dakika sonra kız bana dönerek “Pardon, Taksim’e daha çok var mı?” diye sorunca İstanbullu olmadığını da anlamış olduk. Hesaplayarak kaç durak kaldığını söyledim, teşekkür etti ve sustu. Ben de kitabıma daldım olanları düşünmemek için. Bir ara yeniden dürtüldüm, kafamı çevirince kız “nerede olduğumuzu nasıl anlayacağız? Hiçbir şey yazmıyor” dedi, böylece ben de metronun elektronik sistemlerinin çalışmadığını fark ettim. “İstasyonlarda yazıyor ordan bakabilirsin” dedim, “Burada Fulya yazıyor” deyince inmem gereken durağı o olmasa kaçıracağımı fark ederek “burası Mecidiyeköy, sen iki durak sonra ineceksin, iyi akşamlar” dedim ve koşarak kapı kapanmadan önce indim.

Yürüyen merdivene vardığımda önümde iki elinde de kocaman torbalar taşıyan bir kız vardı. Merdivenin çalışmadığını görünce oflayarak elindeki paketleri yere bıraktı ve merdivene bakmaya başladı. Arkasından gelirken “Acaba yardım etsem mi” diye düşündüm ama “Zaten sinirliyim bana ne onun derdinden” diyerek devam ettim. Tam o anda dün fotoğraf çekmesi için rica ettiğim kadın aklıma geldi ve “sen onun gibi yapma, yardıma ihtiyacı var işte kızın” diye düşünerek geri döndüm. “Yardım etmemi ister misin” dediğimde yüzünde beliren gülümsemeyi görseydiniz yeterdi anlatmaya her şeyi. “Çok sevinirim” dedi. İki torbayı da (gerçekten baya ağırmış torbalar bu arada) alıp merdivenleri çıkmaya başladık. Bilmeyen için, Mecidiyeköy metro’nun merdivenleri oldukça uzundur) Merdivenlerin sonuna geldiğimizde “Çok teşekkür ederim” dedi gülümseyerek, ben de gülümseyerek “Bir şey değil” dedim. İyi akşamlar dedik ve ters yönlere doğru yürümeye başladık. Bir iki adım atmıştım ki arkamdan “Bir dakika!” diye bağırdı ve “Çok teşekkür ederim, yardım ettiniz, bir kutu süt vereyim size” dedi. “Gerek yok” derken o bana aldırmadan poşetlerden bir kutu süt çıkardı ve bana uzattı. Teşekkür ettim ve ayrıldım.

İşte böyle şu an içmekte olduğum çikolatalı soya sütünün hikayesi. Tüm sinirime ve bana yapılan saygısızlığa rağmen biraz iyilik duygusu ile keyfiniz yerine gelebiliyor. Teşekkür ederim yüksek sesle sakız çiğneyen kız ve poşetlerini taşıma teklifime bana hırsız muamelesi yapmadan tepki veren sevimli kız. Kim bilir, belki bir gün yeniden karşılaşırız!

5 yorum:

Aslısın dedi ki...

Ya ne hoş hikaye olmuş bu.
Bak, "başkalarına göre" davranmadığında bir kutu sütün olabiliyor ve hatta süt içmeyen sen o sütü içip, bunları yazabiliyorsun. Hayat ne güzel değil mi?

tzygane dedi ki...

Evet, hsyst güzel şeyler de sunuyor bize Aslı, ama yine de içimdeki öfke kaybolmuyor yapılanlar yüzünden... Ne yapıcaz bu duruma sevgili koçum? Yardım et bana lütfen...

Adsız dedi ki...

Yapılanlara duyduğun öfkeyi, öfke duyduğunu hissettiğin an yok etmezsen o seninle birlikte katlana katlana büyüyerek gider, durur. Bi bakmışsın öfken ve sen olmuşsun. Herkes birilerini öfkelendirecek birşeyler yapıyor ben masumum diyen sadece masumluk karinesi paravanına saklanmış bir kişidir. Şöyle düşün sen birini sinirlendirdin dolaylı yoldan geldi başka biri de seni sinirlendirdi. O seni sinirlendiren kişi de başka biri tarafından sinirlendirilecek böylece senin intikamın dolaylı yoldan karşılanacak ;) Ama sanırım o kişi zaten biri tarafından baaaya sinirlendirilmiş.. O yüzden yok et hemen öfkeni..

tzygane dedi ki...

Öfkeden çok aslında kırgınlık. Kızgınlık olsa sadece, bu kadar zor olmayacak ama, kırgınlığımı aktarabilmeme bile izin yok, karşıma çıkmıyor iletişim kurmuyor. Her ne yaşarsam ben kendi kendime yaşıyorum, sönmemesinin nedeni bu...Ama haklısın elbette, öfke büyüyor beslendikçe...İntikam değil amacım, asla değil, ben sadece bir açıklama istiyorum...

Adsız dedi ki...

Doğru haklısın işin içine kırgınlık girince boyut değişiyor.. Öfke belki başka birine yönlendirilerek geçer ama kırgınlık, kırgınlığı yaratan kişiye yöneltilmeden geçmez.. en azından ben böyle biliyorum.. Ama bazen işte böyle olur içinde kalır herşey devam etsende yoluna o da seninle birlikte gelir bir sülük gibi yapışır kırgınlık ve ruhunu emmeye başlar.. İntikam derken espri yapmıştım zaten.. Ama bazı sorular cevapsız kalmaya mecburdur. Bir cevap bulurumla geçirme zamanını yoksa zaten çok değerli olan zamanın boşa geçmiş olur.. Sen cevap aramamaya başlarsan bi süre sonra o cevap kendiliğinden gelir sana zaten.

Yorum Gönder